22 Aralık 2015
Öztürk Serengil, Yeşilçam Benden Sorulur
Öztürk Serengil, Türk Sinemasın aktörlerinden birisidir. Kendi ifadesiyle, en az 267 filmde rol almıştır.
"YEŞİLÇAM'I BENDEN SORUN" adını verdiği kitap, isminden de anlaşılacağı üzere, "buralar benden sorulur" edasındadır. Kitap, daha çok bir otobiyografi çalışmasıdır.
1950 sonrası Türk Sineması'nın, Beyoğlu'ndaki, Yeşilçam Sokağı mesken tutan yapım şirketleri ve artizler kahvesi diye bilinen kahveden sebep, "Yeşilçam" adıyla anıldığıyla başlar, ilk satırlar.
Serengil, Yeşilçam'ın 69 adım olmasıyla ölçer sokağı. Sonra da, "çiş yapardık, geceleri" diye sokağın mazisinin pek de hayırla başlamadığından dem vurur.
Hayati Hamzaoğlu'nun bir vakitler racon kesen bir külhanbeyi olduğunu, sokağın raconunun ondan sorulduğunu anlatır. Hatta, civarın, Rum Madamalarından, genelev işleten hatunun da, dostu olduğunu söyler. Yetinmez, Hayati Hamzaoğlu'nun bu haliyle, sinemada bile oynamış olmasının şaşırtıcı olmaması gerektiğini, hak eden etmeyen, Türk Sinemasının, herkese bir şans olabileceğinin, o yıllarda ülkenin dört bir yanından, hayalperestleri, İstanbul'a çekmesinden, Yeşilçam'a çekmesinden belli olduğunu anlatır.
ÖZtürk Serengil, çocukluğuna geçiş yaparak, öğretmen çocuğu olmasına karşın, sürekli azarlandığından, sürekli eziklendiğinden, beceriksiz görüldüğünde, edepsiz hareketleri olduğundan bahseder.
Tuvalet kullanımının bile, sorunlu olduğundan ve bu sorunları, marazları bilerek yaptığını da itiraf eder..
Okuıl hayatının, babasıınn görev yeri olan Giresun'da sürmeyeceği anlaşılınca, İstanbul'a yatılıya gönderildiğini ama burada bile rahat durmadığını, gece hayatını, orospu kadınları, eğlenmeyi sevdiğini söyler. Hatta, parasızlığın çok sıkıcı olduğunu, bir defasında, yatılı okulun, en üst katındaki yün yatakları, geceyarısı pencerelerden sokağa attıklarını, sonra da bunları Anadolu Yakasından Avrupa Yakasına geçirdiklerini, bir sabahçı kahvesinde, beşte bir fiyatına sattıklarını ve parayı da, götürüp gece kulüplerinde, orospularla yediklerini ballandıra ballandıra anlatır.
Gün gelir, cebinde sigara ve günlüğüyle okul müdürüne yakalanır. Müdür "Oku bakayım günlüğünü" der. Serengil, hiç yalana başvurmaz, yediği tüm haltları, bir bir ve tüm detaylarıyla yazmıştır...
Okuldan kovulur..
Gemiyle Giresun'a döner ama, sahile çıkamaz. Motorla, gemiye gelen dayı oğlu "Baban sahilde, elinde silah, sahile çıkarsan seni vuracak. İnmesin burada diyor. Trabzon'a gitsin, orada okusun, d,yor" der.
Der demesine ama, Trabzon'da da dikiş tutturamayan Öztürk Serengil, babasıyla "iki arkadaş gibi" konuştuklarını ve şansını İstanbul'da, Yeşilçam'da denemeye karar verdiğini söyler..
Çoğumuzun mazbut bildiği, kadınlı erkekli, Yeşilçam'ın 1950 - 1984 arasının röntgenini çeken Serengil, kendi yaşadıkları dahil, evlilikleri dahil, alavareli dalavareli işleri dahil, hemen her konuda yazmış..
Ancak, kendisinin de belirttiği bir husus var ki, o konuda çok hassas davranmış. Asla, bildiği sırlarla, insanları köşeye sıkıştırma gayesi gütmemiş.
Kitapta, okudukça, bunları anlamak kolaylaşıyor. Öylesine detaylar anlatıyor ki, devamı gelse, sinema sektörünün belki tamamını sarsıp, yarıdan fazlasını da bir daha evden çıkamayacak hale getirecek, mahrem bilgilere sahip olduğu anlaşılıyor, seziliyor ama ser veriyor sır vermiyor..
Yine de, kitabın kesinlikle, çoğu kişiyi rahatsız edecek şekilde, gerçekleri, üstelik dobra dobra dille getirdiği şüphe götürmez bir gerçek..
Okunası kitaplara, özelikle de iletişimcilere, kültür sanat habercilerine okumaları için tavsiye ederim.
Türk Sineması üzerine çalışanların da, özellikle biyografik çalışanların kaynak olarak kullanabileceği bir kitap...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder